Menzil sâhipleri, her hangi bir menzilde rekor sâhibi olanlardır. Bunlar gerek kendi devirlerinde, gerek
kendinden evvelki devirlerde o istikâmete atılmış olan en uzun mesâfeyi geçmeye ve o menzilde en son haddi istihsâle ve tesbîte muvaffak olabilen kimselerdir. Böyle büyük sporcuların namlarını ebedileştirmek üzere, oklarının düştüğü yere, mermerden sütunlar dikilir, bunların üzerine de ekseriyetle manzûm olarak muvaffakîyetlerini tesbît eden sözler yazılırdı.
Mîlâdî 1671 târihinden itibaren kabza alan kemankeşlerin kayıt ve tescil edilmiş olduğu defterde 3375 lisanslı ok atıcısının kaydı vardır.
Üzerinde incelemeler yaptığımız bu defterde harplerde büyük yararlığı görülen bâzı bahâdırların, sefere koşmak yüzünden, spor sahalarında büyük nam bırakamadıkları bu yüzden spor sicillinde kendilerine lâyık olan mertebeleri almadıkları ayrıca şerh verilmiştir.
Meselâ askerlik hayâtında ün almış Sefer Beşe adlı bir babayiğidin atıcılar sicillinde ancak üçüncü dereceye kaydedilebilmiş olması şu suretle izah edilmektedir:
Mezkûr Sefer Ağa ta’lîmhânecibaşı idi. Viyana seferlerinde büyük gazâlarda bulundu. Bunun ok ile eylediği gaza ömründe belki kimseye nasîb olmamıştır. Hattâ nakledeler ki Peşte muhâsarasında altıyüz kadar düşmanı okla helâk etmiştir.
Mezkûr gâyet pehlivan ve çekici idi. Lâkin seferlerde gezip ok atıp menzil dikmeye eli değmedi. Ordunun Sente seferine gittiği yıl ordu ağası ta’yîn olunup Belgrad'da merhûm olmuştur. Tanrı’nın rahmeti anın üzerine olsun.
.....
Okçulardan başka güreşçilerin, binicilerin, avcıların da husûsî teşkîlâtı, sicilleri ve statüleri olduğu resmî kayıtlardan anlaşılıyor.
Türkler her devirde ve her yerde en güzel ok ve yayları yapmışlar, bunlar maddî kıymetlerle veyâ san’at vâsıtasıyla gîrânbahâ itlâkına sezâ bir hâle getirmek için hiç bir şeyi esirgememişlerdir.
Altınla, gâyet kıymetli ve nâdîde mücevherlerle tezyîn edilmiş, üzerinde kıymetli tezhip eserlerini ve nefis yazılarla yazılmış mevzu’a a’it beytleri ihtivâ eden ok ve yaylarla teferruâtının en güzel numûneleri Topkapı Sarayı Müzesi'nin hazîne ve silâh dâirelerinde görülür.
.....
Selçuklu ve Osmanlı Türkleri de ok atışı kadar ok ve yay i’mâline dahi ehemmiyet vermişlerdir. Ok ve yay i’mâl eden san’atkârlar muntazam bir teşkîlâta ve sıkı bir nizâma tâbi’ idiler. Bunlar çok teşvik ve himâye görürlerdi. “Okçubaşılık”, “Yaycıbaşılık” gibi vazîfelerden başka okların arka taraflarındaki tüyleri ihzâr ve tatbîk eden san’atkârların reisi olarak “Sorguççubaşılık” mansıbı da vardı. Bunların meslekî sahada önemli vazîfeleri, salâhiyetleri ve mes'uliyetleri vardı. Ok ve yay i’mâlinde ve satışında narh, tahdit ve normalizasyon gibi iktisâdî kâideler sıkı bir sûrette tatbîk edilmekte idi. Bunlara dâir bir çok fermanlar, tenbihnâmeler, telhisli arzuhaller elimizde bulunmaktadır.
Ka’nûnî devrinde yetişen meşhûr kemankeş Tozkoparan İskender’in lodos menzilinde Bursa’lı Şûca’ı geçmek için on sene çalıştığı, fakat bu menzilde muvaffak olamayıp “Ah lodos menzili! Ah lodos menzili!” diyerek öldüğü meşhûrdur.
.....
Uzun zamanlar bırakılıp unutulmuş olan sporlardan okçuluk adetâ kaybolma derecesine gelmişti. Istanbul’da ancak beş atıcı ile iki tane de Ok ve Yay yapabilecek zat kalmıştı. Halbuki okçuluk yüzde yüz millî bir spordur. Türk yay ve oklarıyla eski usullere ve kaidelere göre ok atışlarını ta’lîm ve ta’mîm etmek üzere bir yıl evvel kurulan Okspor Kurumu (1937) dâhilde gördüğü rağbete mütenâzır olarak hâriçte de büyük bir alâka ile karşılanmıştır. Bilhassa Amerikalılar bu işi merakla ta’kîp etmekte ve Türk atış usulleriyle berâber Türk yaylarının yapılış tarzını öğrenmek istemektedirler.
Halîm Bâkî Kunter
Istanbul-1938